Zâriyât Suresi


1
وَالذَّارِيَاتِ ذَرْوًا
Vez zâriyâti zerven.
1,2,3,4,5,6. Esip savuran rüzgarlara, yağmur yüklü bulutlara, kolayca süzülen gemiler ve işleri yöneten meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyametin kopması şüphesiz gerçektir. Ödeşme günü gelecektir.
2
فَالْحَامِلَاتِ وِقْرًا
Fel hâmilâti vıkren.
1,2,3,4,5,6. Esip savuran rüzgarlara, yağmur yüklü bulutlara, kolayca süzülen gemiler ve işleri yöneten meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyametin kopması şüphesiz gerçektir. Ödeşme günü gelecektir.
3
فَالْجَارِيَاتِ يُسْرًا
Fel câriyâti yusren.
1,2,3,4,5,6. Esip savuran rüzgarlara, yağmur yüklü bulutlara, kolayca süzülen gemiler ve işleri yöneten meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyametin kopması şüphesiz gerçektir. Ödeşme günü gelecektir.
4
فَالْمُقَسِّمَاتِ أَمْرًا
Fel mukassimâti, emren.
1,2,3,4,5,6. Esip savuran rüzgarlara, yağmur yüklü bulutlara, kolayca süzülen gemiler ve işleri yöneten meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyametin kopması şüphesiz gerçektir. Ödeşme günü gelecektir.
5
إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌ
İnnemâ tûadûne le sâdikûn.
1,2,3,4,5,6. Esip savuran rüzgarlara, yağmur yüklü bulutlara, kolayca süzülen gemiler ve işleri yöneten meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyametin kopması şüphesiz gerçektir. Ödeşme günü gelecektir.
6
وَإِنَّ الدِّينَ لَوَاقِعٌ
Ve inned dîne le vâkıu(vâkıun).
1,2,3,4,5,6. Esip savuran rüzgarlara, yağmur yüklü bulutlara, kolayca süzülen gemiler ve işleri yöneten meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyametin kopması şüphesiz gerçektir. Ödeşme günü gelecektir.
7
وَالسَّمَاء ذَاتِ الْحُبُكِ
Ves semâi zâtil hubuki.
7,8. İçinde yörüngeler bulunan göğe and olsun ki, ey inkarcılar, siz, şüphesiz aykırı görüştesiniz.
8
إِنَّكُمْ لَفِي قَوْلٍ مُّخْتَلِفٍ
İnnekum le fî kavlin muhtelifin.
7,8. İçinde yörüngeler bulunan göğe and olsun ki, ey inkarcılar, siz, şüphesiz aykırı görüştesiniz.
9
يُؤْفَكُ عَنْهُ مَنْ أُفِكَ
Yû’feku anhu men ufik(ufike).
Bundan, dönebilecek kimseler döndürülür.
10
قُتِلَ الْخَرَّاصُونَ
Kutilel harrâsûne.
10,11. Yalancılığı itiyat edinenlerin, bilgisizliğe saplanıp kalanların canları çıksın!
11
الَّذِينَ هُمْ فِي غَمْرَةٍ سَاهُونَ
Ellezîne hum fî gamretin sâhûne.
10,11. Yalancılığı itiyat edinenlerin, bilgisizliğe saplanıp kalanların canları çıksın!
12
يَسْأَلُونَ أَيَّانَ يَوْمُ الدِّينِ
Yes’elûne eyyâne yevmud dîn(dîni).
İşlerin karşılık göreceği günün zamanını sorarlar.
13
يَوْمَ هُمْ عَلَى النَّارِ يُفْتَنُونَ
Yevme hum alen nâri yuftenûne.
O, kendilerinin ateşte azap görecekleri gündür.
14
ذُوقُوا فِتْنَتَكُمْ هَذَا الَّذِي كُنتُم بِهِ تَسْتَعْجِلُونَ
Zûkû fitnetekum, hâzellezî kuntum bihî testa’cilûn(testa’cilûne).
Onlara: "Azabınızı tadın; işte acele beklediğiniz bu idi" denir.
15
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ
İnnel muttekîne fî cennâtin ve uyûnin.
15,16. Doğrusu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiğini almış olarak bahçelerde ve pınar başlarındadırlar. Çünkü onlar, bundan önce iyi davrananlardı.
16
آخِذِينَ مَا آتَاهُمْ رَبُّهُمْ إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَلِكَ مُحْسِنِينَ
Âhizîne mâ âtâhum rabbuhum, innehum kânû kable zâlike muhsinîn(muhsinîne).
15,16. Doğrusu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiğini almış olarak bahçelerde ve pınar başlarındadırlar. Çünkü onlar, bundan önce iyi davrananlardı.
17
كَانُوا قَلِيلًا مِّنَ اللَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ
Kânû kalîlen minel leyli mâ yehceûn(yehceûne).
Onlar, geceleri az uyuyanlardı.
18
وَبِالْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
Ve bil eshârihum yestağfirûne.
Seher vakitlerinde bağışlanma dilerlerdi.
19
وَفِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِّلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ
Ve fî emvâlihim hakkun lis sâili vel mahrûmi.
Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı, onu verirlerdi.
20
وَفِي الْأَرْضِ آيَاتٌ لِّلْمُوقِنِينَ
Ve fîl ardı âyâtun lil mûkınîne.
20,21. Kesin olarak inananlara, yeryüzünde ve kendi içinizde Allah'ın varlığına nice deliller vardır; görmez misiniz?
21
وَفِي أَنفُسِكُمْ أَفَلَا تُبْصِرُونَ
Ve fî enfusikum, e fe lâ tubsirûn(tubsirûne).
20,21. Kesin olarak inananlara, yeryüzünde ve kendi içinizde Allah'ın varlığına nice deliller vardır; görmez misiniz?
22
وَفِي السَّمَاء رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ
Ve fîs semâi rızkukum ve mâ tûadûn(tûadûne).
Rızkınız da, size söz verilen azap da yukarıdan gelir.
23
فَوَرَبِّ السَّمَاء وَالْأَرْضِ إِنَّهُ لَحَقٌّ مِّثْلَ مَا أَنَّكُمْ تَنطِقُونَ
Fe ve rabbis semâi vel ardı innehu le hakkun misle mâ ennekum tentıkûn(tentıkûne).
Göğün ve yerin Rabbine and olsun ki bu, sizin konuşmanız kadar kesin ve gerçektir.*
24
هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ الْمُكْرَمِينَ
Hel etâke hadîsu dayfi ibrâhîmel mukremîn(mukremîne).
İbrahim'in ikram edilmiş konuklarının haberi sana geldi mi?
25
إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا قَالَ سَلَامٌ قَوْمٌ مُّنكَرُونَ
İz dehalû aleyhi fe kâlû selâmâ(selâmen), kâle selâm(selâmun), kavmun munkerûn(munkerûne).
Onlar, İbrahim'in yanına girip: "Selam sana" demişlerdi, İbrahim de: "Selam size" demişti; içinden de, onların "tanınmamış bir topluluk" olduğunu geçirmişti.
26
فَرَاغَ إِلَى أَهْلِهِ فَجَاء بِعِجْلٍ سَمِينٍ
Fe râga ilâ ehlihî fe câe bi iclin semînin.
26,27. Hemen ailesine giderek semiz bir buzağı getirmiş, onların önüne sürüp: "Yemez misiniz?" demişti.
27
فَقَرَّبَهُ إِلَيْهِمْ قَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ
Fe karrebehû ileyhim kâle e lâ te’kulûn(te’kulûne).
26,27. Hemen ailesine giderek semiz bir buzağı getirmiş, onların önüne sürüp: "Yemez misiniz?" demişti.
28
فَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً قَالُوا لَا تَخَفْ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ
Fe evcese minhum hîfeh(hîfeten), kâlû lâ tehaf, ve beşşerûhu bi gulâmin alîm(alîmin).
(Yemediklerini görünce) onlardan endişeye düştü; "Korkma" dediler ve ona bilgin bir oğul sahibi olacağını müjdelediler.
29
فَأَقْبَلَتِ امْرَأَتُهُ فِي صَرَّةٍ فَصَكَّتْ وَجْهَهَا وَقَالَتْ عَجُوزٌ عَقِيمٌ
Fe akbeletimreetuhu fî sarretin fe sakket vechehâ ve kâlet acûzun akîmun.
Bunun üzerine karısı hayretle seslenerek geldi, elleriyle yüzünü kapayarak: "kısır bir kocakarı!" dedi.
30
قَالُوا كَذَلِكَ قَالَ رَبُّكِ إِنَّهُ هُوَ الْحَكِيمُ الْعَلِيمُ
Kâlû kezâliki kâle rabbuk(rabbuki), innehu huvel hakîmul alîmu.
Melekler: "Bu böyledir, Rabbin söylemiştir; doğrusu O, Hakim olandır, bilendir" dediler.
31
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ
Kâle fe mâ hatbukum eyyuhel murselûn(murselûne).
İbrahim: "Ey Elçiler! Göreviniz nedir?" dedi.
32
قَالُوا إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمٍ مُّجْرِمِينَ
Kâlû innâ ursilnâ ilâ kavmin mucrimîne.
32,33,34. Elçiler: "Suçlu bir milletin üzerine, Rabbinin katından işaretli olarak, aşırı gidenlere mahsus sert taşlar göndermekle görevlendirildik" dediler.
33
لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِّن طِينٍ
Li nursile aleyhim hıcâreten min tînin.
32,33,34. Elçiler: "Suçlu bir milletin üzerine, Rabbinin katından işaretli olarak, aşırı gidenlere mahsus sert taşlar göndermekle görevlendirildik" dediler.
34
مُسَوَّمَةً عِندَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِفِينَ
Musevvemeten inde rabbike lil musrifîn(musrifîne).
32,33,34. Elçiler: "Suçlu bir milletin üzerine, Rabbinin katından işaretli olarak, aşırı gidenlere mahsus sert taşlar göndermekle görevlendirildik" dediler.
35
فَأَخْرَجْنَا مَن كَانَ فِيهَا مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
Fe ahrecnâ men kâne fîhâ minel mû’minîn(mû’minîne).
Bunun üzerine, suçlu milletin arasında bulunan müminleri çıkardık.
36
فَمَا وَجَدْنَا فِيهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِّنَ الْمُسْلِمِينَ
Fe mâ vecednâ fîhâ gayre beytin minel muslimîn(muslimîne).
Zaten orada, kendini Allah'a vermiş sadece bir tek ev halkı bulduk.
37
وَتَرَكْنَا فِيهَا آيَةً لِّلَّذِينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْأَلِيمَ
Ve tereknâ fîhâ âyeten lillezîne yahâfûnel azâbel elîm(elîme).
Can yakıcı azabdan korkanlar için, o beldede bir işaret, bir kalıntı bıraktık.
38
وَفِي مُوسَى إِذْ أَرْسَلْنَاهُ إِلَى فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ
Ve fî mûsâ iz erselnâhu ilâ fir’avne bi sultânin mubînin.
Musa'nın başından geçenlerde de ibret vardır: Onu apaçık delille Firavun'a gönderdik.
39
فَتَوَلَّى بِرُكْنِهِ وَقَالَ سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ
Fe tevellâ bi ruknihî ve kâle sâhırun ev mecnûnun.
Firavun, erkaniyle birlikte hakdan yüz çevirdi; "sihirbazdır veya delidir" dedi.
40
فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُلِيمٌ
Fe ehaznâhu ve cunûdehu fe nebeznâhum fîl yemmi ve huve mulîm(mulîmun).
Sonunda onu ve ordularını yakalayıp denize attık. O, kınanmayı haketmişti.
41
وَفِي عَادٍ إِذْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرِّيحَ الْعَقِيمَ
Ve fî âdin iz erselnâ aleyhimur rîhal akîm(akîme).
41,42. Ad milletinin başından geçende de ibret vardır: Onların üzerine, uğradığı her şeyi bırakmayıp toza çeviren kuru bir rüzgar gönderdik.
42
مَا تَذَرُ مِن شَيْءٍ أَتَتْ عَلَيْهِ إِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّمِيمِ
Mâ tezeru min şey’in etet aleyhi illâ cealethu ker remîm(remîmi).
41,42. Ad milletinin başından geçende de ibret vardır: Onların üzerine, uğradığı her şeyi bırakmayıp toza çeviren kuru bir rüzgar gönderdik.
43
وَفِي ثَمُودَ إِذْ قِيلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتَّى حِينٍ
Ve fî semûde iz kîle lehum temetteû hattâ hînin.
Semud milletinin başına gelende de ibret vardır: Onlara, "Bir süreye kadar zevklenin" denmişti.
44
فَعَتَوْا عَنْ أَمْرِ رَبِّهِمْ فَأَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنظُرُونَ
Fe atev an emri rabbihim fe ehazethumus sâikatu ve hum yanzurûn(yanzurûne).
Onlar Rablerinin buyruğundan çıkmışlardı; bunun üzerine kendilerini gözleri göre göre yıldırım çarptı.
45
فَمَا اسْتَطَاعُوا مِن قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنتَصِرِينَ
Fe mestetâû min kıyâmin ve mâ kânû muntesirîne.
Ayağa kalkacak güçleri kalmadı, yardım da görmediler.
46
وَقَوْمَ نُوحٍ مِّن قَبْلُ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ
Ve kavme nûhın min kabl(kablu), inne hum kânû kavmen fâsıkîn(fâsıkîne).
Daha önce de Nuh milletini cezalandırmıştık. Çünkü onlar da yoldan çıkmış bir milletti.*
47
وَالسَّمَاء بَنَيْنَاهَا بِأَيْدٍ وَإِنَّا لَمُوسِعُونَ
Ves semâe beneynâhâ bi eydin ve innâ le mûsiûn(mûsiûne).
Göğü, gücümüzle Biz kurduk; şüphesiz biz onu genişleticiyiz.
48
وَالْأَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ
Vel arda fereşnâhâ fe ni’mel mâhidûn(mâhidûne).
Yeryüzünü biz yayıp döşedik: Ne güzel döşeyiciyiz!
49
وَمِن كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Ve min kulli şey’in halaknâ zevceynî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
İbret alasınız diye her şeyi çift çift yaratmışızdır.
50
فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ إِنِّي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
De ki: "Öyleyse Allah'a koşusun; doğrusu ben sizi O'nun azabı ile açıkça uyaranım."
51
وَلَا تَجْعَلُوا مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ إِنِّي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
Ve lâ tec’alû meallâhi ilâhen âhar(âhara), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
"Allah'ın yanında başkasını tanrı kılmayın; doğrusu ben sizi O'nun azabı ile açıkça uyaranım."
52
كَذَلِكَ مَا أَتَى الَّذِينَ مِن قَبْلِهِم مِّن رَّسُولٍ إِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ
Kezâlike mâ etellezîne min kablihim min resûlin illâ kâlû sâhırun ev mecnûn(mecnûnun).
Onlardan öncekilere, herhangi bir peygamber gelince: "sihirbazdır" veya "Delidir" derlerdi.
53
أَتَوَاصَوْا بِهِ بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ
E tevâsav bih(bihî), bel hum kavmun tâgûn(tâgûne).
Öncekiler sonrakilere böyle mi vasiyet ettiler? Hayır; bunlar azgın bir millettir.
54
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ فَمَا أَنتَ بِمَلُومٍ
Fe tevelle anhum fe mâ ente bi melûm(melûme).
Onlardan yüz çevir; sen kınanacak değilsin.
55
وَذَكِّرْ فَإِنَّ الذِّكْرَى تَنفَعُ الْمُؤْمِنِينَ
Ve zekkir fe innez zikrâ tenfeul mû’minîn(mû’minîne).
Öğüt ver; doğrusu öğüt inananlara fayda verir.
56
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni.
Cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etmeleri için yaratmışımdır.
57
مَا أُرِيدُ مِنْهُم مِّن رِّزْقٍ وَمَا أُرِيدُ أَن يُطْعِمُونِ
Mâ urîdu minhum min rızkın ve mâ urîdu en yut’imûni.
Onlardan bir rızık istemem; Beni doyurmalarını da istemem.
58
إِنَّ اللَّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ
İnnallâhe huver rezzâku zul kuvvetil metîn(metînu).
Şüphesiz rızıklandıran da, güç ve kuvvet sahibi olan da Allah'tır.
59
فَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا ذَنُوبًا مِّثْلَ ذَنُوبِ أَصْحَابِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ
Fe inne lillezîne zalemû zenûben misle zenûbi ashâbihim fe lâ yesta’cilûni.
Zulmedenlerin, geçmiş arkadaşlarının suçlarına benzer suçları vardır; cezalarını Benden acele istemesinler.
60
فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا مِن يَوْمِهِمُ الَّذِي يُوعَدُونَ
Fe veylun lillezîne keferû min yevmihimullezî yûadûn(yûadûne).
Söz verilen günün azabından vay o inkar edenlere!*

İslam Vakti Mobil Uygulamaları